SOSYOLOJİK SİLAHLAR TEHDİT EDİYOR!

Boğaziçi Üniversitesi profesörlerinden Ömer Saygın’ın “Dünyayı Tehdit eden Bomba” başlıklı bir makalesi, hızla artan Dünya nüfusunu konu alıyor.

Her 39 yılda 2 katına çıkan Dünya nüfusunun yaratacağı çeşitli sorunlara dikkati çeken Prof. Saygın, sonuçta “bizi bizden başka sınırlayabilecek kimse yoktur” diyerek biraz ümitsiz de olsa bir çözüm yolu ile makalesini bitiriyor.

Verilen sayılar gerçekten ürkütücüdür. Halen 200×200 metrelik bir parsele bir kişi düşen Dünya’mızda 80 yıl sonra 50×50 metreye 1 kişi düşer hale gelecektir. Karaların %25’inin kullanılabilir olduğu hesaba katılırsa 80 yıl sonra 25×25 metrelik bir alana sıkışacağız demektir.

Konunun beslenme tarafı da ayrı bir sorundur. Halen, 6 milyar nüfusun bile 2 milyar’ının açlık çektiği dikkate alınırsa arazi yetmezliğinden çok daha önce “beslenme” sınırına dayanılacağı anlaşılacaktır.

Bu hesaplar daima “ortalama” lara göre yapılır. Besinlerin, doğal kaynakların, su kaynaklarının daima eşit kullanıldığı varsayımıyla bulunan ortalamalar çevresindeki “istatistik dağılımlar”, gerçek paylaşımın göstergeleridir.

İşte işin çözümü de buradadır: Nüfus bu hızla artmaya devam edecek, hatta bazı toplumlar içine düştükleri döngüleri kırabilmek için daha da hızlı çoğalmayı kendilerine amaç edinecekleri için “ortalama” nüfus artış hızı daha da artacaktır.

Bu kalabalık içinde refah, belirli bir ortalamanın çevresinde bir istatistik dağılım gösterecek ve örneğin toplam nüfusun %90’ı kaynakların %10’unu tüketir durumdayken, %10’luk bir nüfus da kaynakların %90’ını tüketerek refah düzeylerini bugüne oranla daha da artırmış olacaklardır.

%90’lık nüfus bu denli az kaynakla yaşayamayacağı için, tüm değerleri yozlaşaçak ve en temel gereksinimlerini karşılamak için en vahşi yöntemleri kullanmaktan çekinmeyen bir ilkellik içine düşeceklerdir. Bu kalabalık, içinde her türlü virüsün üremesine uygun bir ortamdır. Virüsler sosyolojik, hatta biyolojik olabilecektir.

Bu dejenere toplumlar, bu tür virüslerin yaratacağı sorunlarla başa çıkamayacakları için, her defasında mesela yüzer milyon kişinin öleceği kitlesel ölümler kaçınılmaz olacaktır.

Gelişmiş ülkeler bu toplumlara hiç bir yardımda bulunamayacaklardır. Somali örneği bunun somut bir kanıtıdır. Çünkü, iki grup toplumun değer ölçüleri o denli farklılaşmıştır ki, birisi için “iyi” olan diğeri için muhtemelen “kötü”, birisi için “güzel” olan diğeri için “çirkin” olmuştur.

Nitekim, bu değer ölçüleri farklılaşması, gelişmiş ve geri kalmış toplumlar arasında, hatta aynı bir toplumun içindeki kesimler arasında halen de gözlenebilmektedir.

Bu çağlar, nükleer ve biyolojik silahlardan daha acımasız bir tür olan “Sosyolojik Silahlar”ın yoğunlukla kullanıldığı çağlar olacaktır.

%90’lık çoğunluğu oluşturan toplumların hepsinin ortak yanı, “sorun çözme kabiliyetleri”nin düşüklüğüdür. Bu toplumlar, herhangi nedenlerle karşılaştıkları sorunları çözemedikleri için, onları kendi kendilerine yok ettirmek isteyenler, sürekli olarak önlerine sorunlar koyacaklar, o toplumlar da bunları çözebilmek için varlarını yoklarını tüketeceklerdir.

Çoğunluğu oluşturan gelişmemiş toplumlar sorunların kaynakları yerine görüntüleriyle boğuşacaklar ve böylece imkanlarını başka yönde kullanabilme şanslarını da kaybedeceklerdir.

Bu tür toplumlar kötü beslenecekleri için zekaları da gerileyecek, ama zeka geriliği çok yaygın olacağı için yüksek bir değer olarak kabul edilecek, geri kalan azınlık ise aşağılanacak ve kimse tarafından ciddiye alınmayacaktır.

Bu toplumlar, kendilerine uygun eğitim sistemleri de benimseyecekler, çoğunluğun akli düzeyine ve değer ölçülerine uygun -ki buna da demokrasi adını takacaklardır- bilgileri herkese belletmeye çalışacaklar ama onu da beceremeyip, bir sürü “ünvanlı cahil” üreteceklerdir.

Özet olarak, %10’luk kesimin demokrasi, insan hakları, bilim gibi tüm yüksek değerleri, %90’lık kesim içinde aynı adda, fakat düşük düzeyli içeriklere kavuşacak, %10’luk kesim için refah ve mutluluk kaynağı olan değerler, %90’lık kesim için birer “birbirini yeme, hırpalama ve kaynak tüketme” aracı haline dönüşecektir.

Gelişmiş toplumlar, -aynen yüzyıllardır yaptıkları gibi- bu tür toplumları izole etmek için çeşitli yöntemler kullanacaklar ve bu ilkel çoğunluğun birbirini yoketmesini sadece seyredeceklerdir. İşin acı yanı, bu sürecin doğal evrim sürecine de son derece uygun olmasıdır.

“Sosyolojik Silahlar” aslında yeni değildir. Tarih boyunca, ister kendisi üretmiş ister başkalarınca yapay olarak üretilmiş olsun sosyolojik virüslerle başa çıkmayı becerebilmiş, yani sorun çözme kabiliyeti yüksek toplumlar varlıklarını sürdürebilmişler, gerisi ise yok olmuşlardır.

Tarihçilerin büyük günahı daima “ne olduğu” ile ilgilenip “niçin olduğu”nu önemsememeleridir. Halbuki insanlık tarihi boyunca yok olan toplumlar, çeşitli “biçimler”de -ki işte tarihçiler onunla ilgilenir- yok olmuşlar, ama daima tek nedenle yok olmuşlardır: sorunlarını çözememek!

Sosyolojik silahlar, iletişim devriminin küçülttüğü Dünya’mızda giderek daha yoğun olarak kullanılacaktır. Gelişmiş azınlığa refah ve mutluluk getiren iletişim devrimi, bu defa gelişmemiş çoğunluğa her zaman olduğu gibi yine mutsuzluk ve fakirlik getirecektir. Tabii ki kabahat iletişimde değil, onu (-) işaretle çarpıp kullanan gelişmemiş toplumlardadır.

Hızlı nüfus artışı, dar kafalı insanlarımızın Türkiye’yi ayakta tutabilmek için buldukları aptalca bir çözümdür. Ama tehlikenin büyüğü, sorun çözme kabiliyetimizin düşüklüğünde ve bunun nedenlerini sorgulayamayışımızdadır.

Toplumumuz, bütün güçlüklere karşın hala bir altın çağ yaşamaktadır. Henüz, gelişmiş toplumlardan izole edilip “kendi kendini bitirsin” kampına konulmamış, hala üzerinde testler yapılmaktadır.

Bu resmi görebilirsek bir kampa, göremezsek “yok olacaklar” kampına yollanmak üzere!

Pazar, 02 Temmuz 1995

Yorum Gönder